Çanakkale’den Karabağ’a: Pakistan hep Yanımızda!
Türkiye haricinde bütün Türk devletlerini severim de, iki devlete karşı ayrı bir sevgim, muhabbetim vardır: Azerbaycan ve Pakistan!
Şaşıracaksınız belki; hatta Pakistan’a olan sevgim ve muhabbetim, Azerbaycan’dan önce başlar.
“Azerbaycanlı birçok dostun var, gidiyorsun geliyorsun, yazıp çiziyorsun, Azerbaycan’ı anladık da Pakistan ne oluyor?” diyerek benim özelimde masumane konuşan, hatırlatmak amaçlı tarih bilgisi almak isteyen dostlarım;
“Hindistan-Pakistan savaşıyormuş, neyi bölüşemiyorlarmış, nereye sığamıyorlarmış, yesinler birbirini.” diyecek kadar, belki bilmediğinden, belki de kibarlığından tarihin ‘t’sinden haberi olmayanlar;
Şöyle güzelce arkanıza yaslanmanızı ve dikkatlice naçizane köşemi okumanızı rica edeceğim.
1, 2, 3… Başlıyoruz:
Çanakkale Savaşı’nda yedi düvelle boğuştuğumuz zorlu zamanlar;
Yer Hindistan işgalindeki Pakistan’ın Lahor Kenti’ndeki Padişah Camii.
On binler Çanakkale’de Savaşan kardeşlerine destek olmak için toplanmış.

Kürsüye Pakistan’ın Mehmet Akif Ersoy’u olarak bilinen yıllar sonra Türkiye ve Pakistan’ın Mehmet Akif Ersoy ile yan yana fotoğraflarının olduğu ortak pullarının da basıldığı Büyük şair Muhammed İkbal çıktı Hz Muhammed’in rüyasında gördükten sonra yazdığı şiiri orada toplanan on binlere okur:
Dedi Hazreti Muhammed
Cihan bahçesinden bana bir koku gibi yaklaştın söyle bana ne gibi bir hediye getirdin
Yalnız bir şey getirdim
Kutsanmıştır tedbirlerle
Bir şişe Kanki eşi yoktur
Namusudur vicdanıdır
Bu Çanakkale Şehidinin Kanıdır!
Muhammed İkbal şiir biter bitmez oracıkta yığılır kalır.
Lahor’daki Padişah Camiini dolduran on binler Çanakkale’de savaşan Osmanlı askeri için dua eder; yardım toplar, Çanakkale Savası’nda Osmanlı’nın yanında savaşmak için gönüllü yazılır.

Zaten fakir bir halk olan Pakistanlılar o dönem parmaklarındaki yüzükten kollarındaki bileziği kulaklarındaki küpelere kadar neleri varsa Çanakkalle’ye gönderilmesi için çıkarır verir.

O zamanlar internet, televizyon, radyo yok; gazetelerden de sadece dünyadaki gelişmelerde söylentilere inanılan “fısıltı gazetesi” var.
Zaman ise, Pakistan’ın bağımsız olmadığı, Hindistan işgalinde olduğu zamanlar:
Çanakkale Savaşı esnasında, “Halifeye karşı savaş açıldı, halife ve Osmanlı tehlikede; Osmanlı’ya yardıma gidiyoruz.” denilerek İngilizler tarafından toplanıp Çanakkale’ye götürülen Pakistanlı kardeşlerimiz, bir gün karşı mevzide duydukları ezan sesiyle kandırıldıklarını anlarlar ve bizim safımıza geçip Osmanlı saflarında İngilizlerle savaşırlar.
Buyurun, Kurtuluş Savaşı:
Pakistan Büyükelçisi anlatıyor:
“Bize, Türkiye’nin para, silah, cephane hatta askere bile ihtiyacı olduğunda söylendi. Bir çift altın küpem vardı. Kulağımdaki küpeyi çıkarmaya çalıştım. 4-5 sene boyunca aynı yerde olduğundan çıkmayınca çektim, kulağım yırtıldı. Kulağımdaki bu yara o zamandan kalmadır.”
Nineme neden böyle bir şey yaptığımı sorduğumda:
“Büyüdüğünde İslamiyet’in ve kardeşliğin değerini daha iyi anlarsın.” demişti
Kıbrıs Savaşı’nda da yanımızdaydı.
Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Pakistan’dan Türkiye’ye yardım için sağlık ekibi gönderilir. Ekipte yer alan ve hâlen sağ olan Emekli General Ahmet Karamat, Türkiye’ye çabucak uyum sağladıklarını, sıcak karşılandıklarını anlatırken; Pakistan ile Türkiye arasında uzun yıllardır devam eden dostluğu da dile getiriyor ve “iki ülke halkı arasındaki sevginin sınırı olmadığına” vurgu yapıyor.

Sizler hatırlamazsınız, benim hafızam çok iyidir:
90’lı yıllar…
Türkiye ile Pakistan, nükleer silah çalışmalarını kimseye çaktırmadan yapmaya kalkmış olmalılar ki, bir şekilde öğrenilmiş, çaktırmışlar;
ABD, “Haberimiz var, derhâl bu çalışmaları kesin.” diye ültimatom derecesinde iki devleti uyarmıştı.
Gelin, 44 Günlük Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan’a yani bize yaptığı yardımlara…
Azerbaycan’a gittiğinizde; ev kapılarının önünde Türkiye ve Azerbaycan bayraklarının asılması, üç ülkenin bayrağının dükkân pencerelerine çizilmesi boşuna değildir.
Neden boşuna olmadığını şu an ben yazamıyorum ama 30 sene sonraki tarih, açık açık tüm ayrıntısıyla yazacak!
Yukarıda 90’lı yıllarla ilgili bölümü anlatmıştım.
ABD’ye çaktırmadan nükleer çalışmalar yaptılar veya o uyarıdan sonra vazgeçtiler, onu bilemem de;
Pakistan, nükleer silahı olduğunu açıklayan 9 ülkeden biridir. Türkiye’nin başı hafiften derde girse, “Nükleer silahlarımız Türkiye’nin emrindedir.” diyerek düşmana ilk postayı Türkiye’den önce Pakistan koyar; ilk tehdidi Pakistan savurur.

Daha yeni olan Pakistan-Hindistan çatışmasına:
Aradaki dostlukları bilmeyen veya unutma gafletine düşen, arkasına ABD ve İsrail’i de alan Hindistan, iki günde barış istemek zorunda kaldı.
Savaştan bir iki gün önce Türkiye’den kalkan 6 kargo uçağının Pakistan’a indiğini öğrendim. Bizimkiler resmî açıklama yapmadığından gizli olabilir, haber yapmak doğru olmaz diye düşünürken bir baktım; Pakistan ve Azerbaycan medyası şakır şakır haber yapıyor. Ben de yaptım.
Koral elektronik harp sistemlerimizin de Pakistan’a gönderildiği konusunda duyumlar aldım.
Ne derece doğru diye düşünürken…
Bir baktık; Türkiye’nin de almak için uğraştığı, Fransız menşeli son derece gelişmiş Rafale serili Hindistan uçakları, Pakistan hava sahasına girer girmez bir bir düşüyor!
Hindistan, uçak düşmelerinin Koral’dan olduğunu anlayıp acizliği ortaya çıkmasın diye düşünse gerek, “Uçak kayıplarının normal olduğunu, teknik sebeplerden dolayı düştüğünü” açıklamak zorunda kaldı.

Yabancı basından bir öğreniyoruz ki; uçaklar havadayken, Pakistan sınırındaki Hindistan tarafındaki bütün telefonlar ve internet aynı anda, birden ve saatlerce saf dışı kalmış.
Dediğim gibi, Pakistan’a hayat veren barajın suyunu kesip savaşı başlatan Hindistan değilmiş gibi, iki gün sonra da barış istedi.
Ama ben Hindistan hükümetinin açıklamalarına aynen katılıyor ve kocaman da destekliyorum:
Uçaklar teknik nedenlerden dolayı düşmüştür; internet ve telefonların saf dışı kalmasının sebebi de o bölgedeki tüm insanların faturalarını ödememesidir.
Ha bu arada, bu konularda bizimkilerden de çıt çıkmadı; hâlâ da çıkmıyor!
Şunu da söyleyeyim:
Savaşa komuta eden birçok general de bizim Harbiye’den, yani Türkiye’den yetişme.
Soylarının Babür Türkleri’ne dayandığını, Babür’ün torunları oldukları konusuna hiç girmeyeceğim.
Böyle gizli-açık karşılıklı bağlarımızın bulunduğu; kardeşler arasında yıllarca bağımız olan, kardeşten daha kardeş olan bir ülke sevilmez mi?
Saat sabahın beşi…
Bu saatte kalbi onlar için çarptığı için; yazarken tarih gezintisinden etkilenen, görüşünü engelleyen dolu gözlerle de olsa bu yazıyı yazan balaca yazardan,
uzakta da olsa yazı hızıyla onlara sabahleyin yetişecek;
Pakistanlı kardeşlerime, komutanlarıma, dostlarıma;
Babür’ün torunlarına;
Kısaca Pakistanlı kardeşlerime selamlarımı iletiyor;
Yaşa Kardeş Pakistan! diyorum.
Köşe yazımı okuyan sizlere de sağlık, huzur diliyor;
Saygılar sunuyorum.
HASAN BARIN
Mənbə: Diaspornews.Az